5 Ağustos 2012 Pazar

İSTANBUL’UN ENTELEKTÜEL TARİHİNDEN TANIKLIKLAR; İLK DURAK.


Şimdi mesleğinde zirvede olan, ya da çoktan göçüp giden, ama yaşadıkları döneme damga vuran bir çok isim için ilk duraktı İETT. İlk maaşlarını ya da avanslarını aldıkları, ilk izin kağıtlarını imzaladıkları, hayatı tanıdıkları yerdi. Necdet Mahfi Ayral’ın, Rasih Nuri İleri’nin, Yaşar Kemal’in, Tucel Kurtiz’in, Hıfzı Topuz’un, Peride Celal’in, Münevver Andaç’ın, Peyami Safa’nın, Memduh Ün’ün ve daha bir çok ismin ilk durağı...

Türkiye’de belgeselciliğin iki önemli ismi olan Can Dündar ve Nebil Özgentürk’ün birlikte hazırladıkları bu belgesel kitapta, İETT’nin kurumsal kimliği ya da parlak dönemleri anlatılmıyor. Anlatılan, yolculuğuna bu kurumdan başlayan sinemacı, tiyatrocu, yazar, sağcısı, solcusuyla insan hikayeleri... 


Dönemin İETT Genel Müdürü Rıdvan Aslan’ın, bu iki isme ortak bir belgesel çekmeleri için teklif götürmesiyle başladı herşey. Tozlu arşivleri bir belgeselci için hazineydi. 19’uncu yüzyılın başlarında Fransız modeline dayanarak kurulan İETT, farklı kimliklere ve farklı kültürlere iş olanağı tanıyarak, bünyesine almıştı. O dönemde yüzünü Batı’ya çeviren tarihi Metro Han’ın binası, nice hayatlara tanıklık etmiş, nice öyküler biriktirmiş, nice isimleri yaşama kazandırmıştı bilerek ya da bilmeyerek.

Fransız modeliyle kurulması ve yöneticilerinin ya Fransız ya da Galatasaray Lisesi çıkışlı olmaları nedeniyle özellikle dil bilen gençler için çok önemli bir iş kapısıydı bu kurum. Düşünen, sorgulayan, yaratıcı gençlerin çalıştığı İETT, daha sonraki yıllarda da kültürel bir gettoya dönüşmüştü. Öyle ki, bir dönem gençleri için sığınak haline gelmişti adeta. Siyasi nedenlerden ötürü iş bulamayan ya da işle birlikte okulu ve siyaseti birlikte götürmesi gereken, yapıları gereği de belli bir disiplin altına girmek istemeyen gençler, İETT’de saklanmış, İETT’den para kazanmışlardı. Hiç de sıkılmamışlar bu işlerinden. Aksine günün belli saatlerinde sokak lambalarını kontrol etmek ya da elektrik sayaçlarını okumaktan ibaret olan bu işleriyle, gelişimlerine de zemin hazırlamışlardı. 

Kitabı okurken kendimi bambaşka bir zamanda buldum. Hep hayranı olduğum, düşüncelerinden etkilendiğim, filmlerini izleyip, kitaplarını okuduğum birçok insanın, bilinçaltlarında nelerden beslendiklerini, bu kişilikleri neden sevdiğimin ya da sevdiğimizin nedenlerini buldum büyük ölçüde. 21 yaşındaki gencecik Hıfzı Topuz’un bir düğmeyi indirip kaldırmaktan ibaret olan işi sayesinde 10 saat boyunca sürekli kitap okuduğunu öğrendim. Belki de bu sayede yazma yeteneğini geliştirdiğini ve bugün bizleri etkileyen bir yazar olabildiğini... Hava gazı memurluğu yapan, yani elektrik sayaçlarını okumak için ev ev dolaşan Yaşar Kemal’in, kitaplarında bir insan yüzünü sayfalarca tasfir edebilmesini, İETT sayesinde binlerce yüz görmesine bağladım. “Hey gidinin Çukurovalısı”, edebiyatın çınarı Yaşar Kemal. Ya da büyük sınır ötesi sinema filmlerinin efsane oyuncusu Tuncel Kurtiz’in sanatsal yaşamında ve canlandırdığı aşklarda; Arnavutköy-Bebek arasındaki sokak lambalarının arızalı olup olmadığını kontrol etmesiyle arasında bir bağ kurdum. Çünkü oydu aşıkların rahat buluşmak için kırdıkları sokak lambalarını rapor etmeyen.

Havagazı memurluğunu Kasımpaşa sokaklarında yapan ve yanlış anlaşıldığından dayak yiyen, hastanelik olan da genç Ferruh’du. Partiler açıp partiler kapatan, bir dönem meclis başkanlığı da yapan Demokrat Partili Feruh Bozbeyli. Siyasete atıldıktan sonra “Anadolu’yu köy köy dolaştım ama İstanbul’u da mutfak mutfak bilirim” diyen de o değil miydi? Yolu İETT’den geçen iki kadının; Nazım Hikmet’in sevdalandığı, adına şiirler yazdığı, oğlu Mehmed’in anası Münevver Andaç ve unutulmayacak romancı, İETT’nin basın bürosu memuru Peride Celal’in aralarındaki dostluğun nasıl besleyici olduğunu. Cumhuriyet tarihinin en uzun süre, tam 73 yıl sahnede kalan tiyatro oyuncusu, İETT’nin yemekhanesinden kahkahaları eksik etmeyen Necdet Mehfi Ayral’ın, çalışma arkadaşlarını taklit ederek sahnelere nasıl sevdalandığını öğrendim. 

Bu güzel ve besleyici yılların ardından yani 70’li yıllarda giderek kadrolaşan İETT, o eski verimini kaybetmiş bu yıllarda. Siyasetin kuruma daha da egemen olduğu 80 ve sonrasında ise, kitaba konu olacak bir öykü bulunamamış ne yazık ki. Gençlere siyasi bir yön vermeyen ama asla engellemeyen, çalışma hayatlarında ise özgür bırakan İETT, sonraki yıllarda bu özelliğini tamamen kaybetmiş. Gerçek şu ki, kariyerlerinin zirvesinde, belki de son durağında olan bu isimler; hayata başladıkları ilk duraklarını unutmamışlar asla.

Nigar Özafacan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder