30 Ekim 2012 Salı
“BİZ YURDUN ÖZ SAHİBİ, EFENDİSİ, KÖYLÜYÜZ"*
Şebnem Atılgan’ın kaleme aldığı “Nahide - Yarım Kalan Mucize” isimli kitap, Nahide Kahraman’ın “Köy Enstitüleri bizim talih kuşumuzdu… Bizler de özgür birer güvercin…” cümleleriyle başlıyor. Bu cümlenin geçtiği kitabın başkahramanı Nahide Kahraman’dan başkası değil. Çok özel bir ‘kahramanlık’ bu… Tekil gibi görünen ama içinde yüzlerce başka kahramanı da barındıran bir kahramanlık! İşte o kahramanlar ki, hepsi Köy Enstitüleri’nin önce fedakar öğrencileri, sonra fedakar öğretmenleri oldular. Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’nde eğitim gören Köy Öğretmeni Nahide Kahraman, hakkında yazılan “Yarım Kalan Mucize” adlı kitapta, Köy Enstitüleri’ni yeni kuşaklara anlatıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı, İzmir’in düşman işgalinden kurtulmasıysa sonlanıyor. İşte o tarihten itibaren, Türkiye’nin ileri medeniyetler seviyesine ulaşması için birçok devrimi yaşama geçiyor. Atatürk, Türk ulusunun ve genç Cumhuriyetin ancak “eğitim” ile yüceleceğine inanıyor. Bu inanç doğrultusunda pek çok çalışma yapılıyor. Köy Enstitüleri de bu inancın bir parçası, hatta en büyük parçası…
Nahide Kahraman, 1 Ocak 1930 doğumlu… Tam bir Cumhuriyet kuşağı çocuğu… Küçük Nahide, gözlerini dünyaya açtığında Türkiye Cumhuriyeti henüz 7-8 yaşlarında gencecik bir devlet. Nahide ise Gümüşhane’nin Mavrangel Köyü’nde doğan bir kız çocuğu… Kaderi “köy çocuğu” olmasıyla çoktan belirlenmiş, tıpkı diğer köy çocukları gibi… Ancak dönemin eğitimcileri, köy çocukları için öylesine büyük bir eğitim seferberliğinin eşiğinde ki, Küçük Nahide’nin ve daha birçok köy çocuğunun kader çizgisi 10 yıl sonra değişecek.
3303 Sayılı Köy Enstitüleri Yasası’nın 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’de kabul edilmesine kadar geçen bir süreç var elbette… 1935 yılında Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanı olması, Türk eğitiminde çok önemli. Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanı olmasıyla birlikte Atatürk’ün köy çocuklarının, kızlarının eğitimi, köylünün aydınlanması için sürekli olarak gündemde tuttuğu düşünceleri, yavaş yavaş hayata geçmeye başlıyor. İsmail Hakkı Tonguç’un, 1935 yılında İlk Öğretim Genel Müdürlüğü görevine getirilişi, Köy Enstitülerinin kurulmasını hızlandırıyor. Tonguç’un hazırladığı İlköğretim ve Eğitim Meselesi başlıklı öğretmen okulları hakkındaki araştırması, Köy Enstitülerinin kuruluşunun temelini oluşturuyor.
1938 yılında Saffet Arıkan bakanlıktan ayrılır ama yerini bıraktığı kişi Milli Eğitimin ve Köy Enstitülerinin gelişmesine ve büyümesine büyük katkıları olan Hasan Ali Yücel’dir. Nahide Öğretmen, bu noktada şunları söylüyor; “İsmail Hakkı Tonguç’la Hasan Ali Yücel’in planlarına göre köylerden seçilecek öğrenciler, öğretmen-öğrenci ve önder kişi olarak yetiştirilip yine köylere gönderilecekti. Köyü tanıyan, köy kökenli genç, eğitilip köye gitmeliydi. Köy kalkınmasının temelini oluşturacak gerekli donanımların sağlanması da köy halkının ortak katkılarıyla gerçekleştirilecekti. 1936-1939 yılları arasında çıkarılan yasalarla kırsal kesime ilişkin yapılan eğitim uygulamaları, Köy Enstitüleri için uygun ortamı hazırladı ve Köy Enstitülerine geçişi kolaylaştırdı. Yasaların, biz köy çocukları için ne kadar büyük bir şans olduğu ortada. Evet, yasalar vardı ama inşa edilmiş tek bir Köy Enstitüsü binası yoktu! Her şey, yine köy çocuklarının ve fedakar öğretmenler ile köylülerin omuzlarında yükselecekti.”
ADI GİBİ BİR KAHRAMAN
Nahide Kahraman’ın, Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’nden mezun olmasının üzerinden neredeyse 64 yıl geçmiş. Oysa Nahide Öğretmen, Erzurum Pulur’da geçirdiği öğrencilik yıllarının her anını tüm ayrıntılarıyla hatırlıyor. Köy enstitülerinde neler öğrendikleri sorusuna gülümseyerek ve gözlerinin içi parlayarak cevap veriyor; “Neler öğreniyorduk, neler! Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’nde sınıf numaram 108’di. Okulda, enstitü müdürlerinin yazdıkları raporlardan, yaptıkları araştırmalardan ve edindikleri deneyimlerden yola çıkılarak hazırlanan Köy Enstitüleri Öğretim Programı uygulanıyordu. Bu ders programı içinde neler yoktu ki? Ağaçlandırma, bina yapımı, bataklık kurutma, su getirme, yol yapımı, toprağın işlenmesi, zararlı böcekler, sağlık bilgileri, hayvan ve insan sağlığı… Tüm bunların yanı sıra motor ve bisiklet kullanma, yüzme, dağ sporları, yelken ve sandal kullanma, radyo ve gramofonla müzik dinleme, kitap okuma, ulusal oyunlar gibi etkinliklerimiz de vardı. Enstitüde 5 yıl okuyacaktık. Türkiye’nin farklı bölgelerinde açılan enstitüler programa bağlı kalmak üzere, kendi mevsimlik, aylık ve haftalık çalışma düzenlerini işlerinin durumuna, öğrencilerinin sayısına, öğretmenlerinin özelliklerine, iş araçlarının çeşitliliğine, hayvanlarının cinsine ve sayısına göre düzenliyorlardı. Yoğunlaştığımız işler arasında bina, yol, köprü yapımı veya su arkı açılması, ekin yapılması, hasadın kaldırılması gibi işler baş sırada yer alıyordu. Ve tüm bunları yaşları 15-16’yı dahi bulmayan çocuklar, yani bizler yapıyorduk! Bir günümüz, hiç bitmeyecek kadar uzundu. Her gün öğleden önce 45’er dakikalık dört ders ya da iş saatimiz vardı. Öğleden sonra da yine bu tempoyla devam ediyorduk. Gün içerisinde, 2 saat etüt yapıyor, 45 dakikamızı mutlaka okumaya ayırıyorduk.”
Programla ilgili ayrıntılı bilgiler veren Kahraman, derslerinin kültür, ziraat ve teknik dersler olarak üç bölüme ayrıldığını söylüyor; “Hepsini çok seviyordum ama kültür dersleri, belki de edebiyata ve sanata olan ilgimden dolayı daha çok hoşuma gidiyor, zaman zaman diğer derslerden kaytarıp tek başıma kitap okuyordum. Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, tabiat ve okul sağlık bilgisi, tarla ziraati, bahçe ziraati, sanayi bitkileri ziraati ve zirai sanatlar, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık ve ipekböcekçiliği, balıkçılık ve mahsulleri, köy demirciliği, köy dülgerliği, tuğlacılık ve kiremitçilik, taşçılık, kireççilik gibi derslerimiz vardı. Kültür derslerimiz ise; yabancı dil, el yazısı, resim-iş, beden eğitimi ve ulusal oyunlar, müzik, askerlik, ev idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi, toplumbilim, iş eğitimi, çocuk ve iş ruhbilimi, iş eğitimi tarihi, öğretim metodu ve tatbikat, zirai işletmeler ekonomisi ve kooperatifçilik, duvarcılık ve sıvacılık, betonculuk, kızlar için köy ev ve el sanatları, dikiş-biçki, nakış, örücülük ve dokumacılık ve ziraat sanatlarından oluşuyordu.”
HALK KÜLTÜRÜNE BÜYÜK ÖNEM VERİLİYORDU
Köy Enstitüsü mezunlarının diplomasında mutlaka bir meslek belirtiliyordu. Öğrencilere verilen eğitimin yanında, köylülere de köylerin modernleşebilmesi anlamında bilgi ve beceriler kazandırılıyordu. Edebiyat, müzik, resim ve spor gibi dallar öğrencilerin doğal haklarıydı. Özellikle halk kültürüne çok büyük bir önem verilirdi. Bu amaçla Ruhi Su, Aşık Veysel gibi üstatlar da enstitülerde öğretmenlik yapıyorlardı. Verilen değerler sadece bir eğitim değil, aynı zamanda bir yaşam biçimiydi. Yetişen yerel aydınlar, üretimin içinde eğitim şiarıyla nefes veriyorlardı. Köy Enstitüleri tüm bu gelişimini Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un emeğine ve İsmet İnönü’nün sahiplenmesine borçluydu. “Kitap, mermi gibidir” sözünün sahibi İnönü, bu eğitim devriminden ne kadar övünç duyduğunu anılarında da belirtmişti. Kepirtepe Köy Enstitüsü’nü ziyaret eden İnönü, bir kız öğrenciye çantasında neler olduğunu sorar. Öğrenci çantasını açtığında bir somun ekmek, bir parça köfte ve dünya klasiklerinden bir kitap çıkar içinden. Bunun üzerine büyük bir mutluluk duyan İnönü de çevresindekilere, “Ne zaman Türkiye’de erinden generaline, sade vatandaşından Cumhurbaşkanına kadar herkes ekmekle kitabı bir araya getirebilirse, gerçek kalkınma başlamış demektir” der.
Sayfalara sığmayacak kadar uzun olan bu hikaye, aslında bir o kadar da kısa! Fakat o asla Köy Enstitülerinin yok olduğunu düşünmüyor. “Nahide-Yarım Kalan Mucize” ile enstitüler hakkında diğer kitaplarda yazılanlar, belgeseller ve filmler bunun en güzel ve gerçek kanıtı. Nahide Öğretmen’in cümleleri de tıpkı Köy Enstitüleri gibi ölümsüz! Yeni nesil Nahide Öğretmen’i dinlemeye, Nahide Öğretmen’de dersini anlatmaya devam edecek: “Bir köy çocuğu için Köy Enstitüsünde okumanın ne demek olduğunu bilmem hayal edebiliyor, düşünebiliyor musunuz? Eğer hayal edemiyorsanız ben size söyleyeyim: Köy Enstitüleri bizim talih kuşumuzdu, bizler de özgür birer güvercin!”
*Ziraat Marşı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Değerli kitabımız bizleri aydınlatacaktır...Hocam, üzülmeyin, her şey aslına dönüşür...Bu ulus sizleri unutmayacaktır...
YanıtlaSilSaygılarımla...
Av.Ayhan Görür
İstanbul Barosu Avukatlarından
0532 687 37 76
Ben 64 yaşındayım halen sağ olan 87 yaşında İvriz Köy Enstitüsü mezunu bir babanın öğretmen oğluyum.
YanıtlaSilBabam evinin kapı penceresini yaptı.Agaç olmaz dedikleri evinin bahçesinde ağaç yetiştirerek mahallenin yeşillenmesini sağladı.Yine ilcedeki evinin bahçesinde arıcılık yaptı,mahalleye bal dağıtırdı.Kendi köyünde bulunduğu sürece sabahın köründe gelen köylülere istida( Dilekçe ),senet yazardı.Hasta olanlara genellikle o zamanların en yaygın antibiyotiği penisilin yapardı.Çok acil durumlarda damardan iğne yapardı.
27 mayıs devriminde hem başöğretmenlik hem de muhtarlık yaptı vs vb. AMA egemen güçler köy enstitülerini erken boğdular.
Şebnem Atılgan’ın muhteşem anlatımıyla "Nahide - Yarım Kalan Mucize” isimli kitabını zevkle okuyorum... Yurdumuza ışık saçan Köy Enstitülerini yok eden ilkel anlayışı lanetleyerek.
YanıtlaSil