12 Ağustos 2012 Pazar

CAN BABA’YA SAYGIYLA…


Başka türlü bir şey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim
Rengi başka, tadı başka.

CAN BABA’YA SAYGIYLA…

Bazı olaylar vardır. Bu olaylar karşısında tepki vermek istersiniz, ama bir şey söyleyemezsiniz. Genellikle de toplumsal olaylardır bunlar, susulup kalınır çoğu kez, bir haksızlık bile olsa karşıdaki. Hepimize olur ya, kilitlenir kalırız bazen. İşte tam da böyle durumlarda, Can Baba girer devreye. Bizlerin söylemek isteyip de söyleyemediği ne varsa, Can Yücel’in dilinden dökülür. Can Yücel ile cezaevinde tanışan usta gazeteci Aydın Çubukçu’nun, Can Baba’nın cenazesinde söylediği gibi; “Dilimizin ucuna gelip de söyleyemediklerimizi söyleyen adam artık yok. Bundan sonra ona güvenip, ‘nasılsa Can Yücel söyler’ deyip, nefesimizi tutmak ayıptır.” Ayıptır artık nefesimizi tutmak!




Datça demek, Can Yücel demektir



Can Yücel, nam-ı diğer Can Baba, 1926 yılında İstanbul’da doğar. Aydınlanma devriminin efsanevi Milli Eğitim Bakanlarından, Köy Enstitüleri’nin de kurucusu olan Hasan Âli Yücel’in de oğludur. Temel eğitiminin ardından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Klasik Filoloji eğitimi alır. Öğrenimini Cambridge Üniversitesi’nde tamamlar ve Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik ve çevirmenlik yapar bir süre. 3 Haziran 1963 günü de BBC Türkçe Radyosu’ndaki görevindedir. Fakat aynı gün, Nazım Hikmet ölmüştür Moskova’da. Can Yücel de hiçbir iş yapmayarak tüm gün Nazım şiirleri okur. Çeviri yapmadığından, o gün radyo da yayın yapamaz. Can Yücel boykot yaptı iddiaları çıkınca da görevinden istifa ederek yurda döner. Askerlik görevini ise Kore’de yapar ve böylece sınırlarımızdan kilometrelerce uzakta olmasına rağmen Türkiye’nin yazgısını değiştiren bir savaşa da tanıklık eder. Yurda döndükten sonra da birlikte uzun yıllar geçireceği eşi Güler Hanım’la evlenir. 12 Mart döneminde yaptığı Mao ve Che Guavera çevirileri nedeniyle yargılanarak, 15 yıla hüküm giyer. 1974 yılındaki genel afla özgürlüğüne kavuşur. Bu kez de geçim derdi başa gelince, bir süre Bodrum’da turist rehberliği yapar. Kısa süren bu işin ardından, yaşamının uzunca bir bölümünü İstanbul’da yazarlık ve çevirmenlik yaparak geçirir. Son yıllarını ise âşık olduğu Datça’da geçirir. Ve artık Datça demek, Can Yücel demektir. Datça’da geçirdiği bu yıllarda, yazmaktan da geri durmaz. Her ay Öküz Dergisi’nde ve her hafta da Leman Dergisi’nde şiirleri yayımlanır. Son üç kitabını da Datça üzerine yazmıştır. 12 Ağustos 1999’da göçtüğünde, Datça’sında, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanır. Vasiyeti de budur zaten;

Beni kuzum Datça’ya gömün.
Geçin Ankara’yı, İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine pahalı
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuz
Ortada kalma ihtimali de yok
Hayır dua da istemez
Dediğim gibi, beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda
Gömü sanıp deşerlerse, karışmam ama!

Can Yücel’in şiir serüveni, yakın çevresinin, özellikle de babasının desteğiyle 1950 yılında çıkardığı ilk şiir kitabı olan “Yazma”yla başlar. 1945 – 1955 yılları arası verimli yıllardır Yücel için, hemen hemen tüm edebiyat dergilerinde düz yazıları ve şiirleri yayımlanır. İlk şiir kitabı olan Yazma’daki şiirlerinde öne çıkan olgu, yaşama sevinci ve umuttur dersek, herhalde yanılmış olmayız. Coşkulu bir anlatımın egemen olduğu bu şiirlerinde, zekâ da ön plandadır. Bu şiirler için Cemal Süreya, “Can Yücel kadar değişik teknikler kullanmış bir başka şairimiz yoktur” der. Yazma’nın ardından ikinci şiir kitabı, tam yirmi üç yıl sonra yayımlanır Can Yücel’in. Bu kitaptaki şiirleriyle, edebiyat dünyası da bir “Can Yücel şiiri”nden söz eder hale gelmiştir artık. Duygu ve anlam açısından daha atak, daha sözünü esirgemeyen şiirlerdir bu dönem yazdıkları. Ertesi yıl yayımladığı “Bir Siyasinin Şiirleri”nde ise adından da anlaşıldığı üzere politik görüşü ağır basmıştır. Cezaevinde kaleme aldığı bu şiirlerinde gerek tarihsel, gerekse günlük olayları hicvetmiştir daha çok. Daima, daha iyi bir dünya özlemini dile getirir şiirlerinde Can Baba. Sonuç olarak Can Yücel şiirleri deyince, ilk akla gelen özellikler ironi, mizah ve yer yer argodur. Şiirlerinde taşlama ve toplumsal duyarlılık en üst noktadadır. Ülkeyi sarsan Susurluk skandalı sonrası en büyük tepkilerden birini gösteren de odur, “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemini başlatan da… Bunun yanı sıra hiciv de vardır şiirlerinde, küfür de… Toplumda gördüğü tüm çarpıklıklara, tüm yanlışlıklara söyleyecek bir sözü, yazacak bir şiiri vardır Can Baba’nın;

Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Türk, öğün, çalış güven! demiş a,
Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz
Çalışıyor paralıya
Güvenen varsa, parasına güveniyor
Üstyanı öğün babam öğün!
Dövün babam, dövün!


Türk şiirinin gol kralı

Türkçenin en matrak, en lafını esirgemeyen şairidir Can Yücel. Moda deyimle, racon keser. Herkes gibi değil, kendi gibi şiir yazar. “Küfür ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey, halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, küfür de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır” demiş ve tam bir özgürlük içinde yazmıştır şiirlerini. Şiir yazmayı, bir akıl ve heyecan meselesi olarak görürdü Can Baba. “İnsan beyninin yüzde 10’u bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin yüzde 90’ını harekete geçirmektir” der ve hep akılcılık düsturuyla yazardı şiirlerini. Şiirde, kendi deyimiyle hep nasıl gol atacağının peşindedir. Türk şiirinin gol kralıdır!

Can Yücel şairliğinin yanı sıra, sahip olduğu Latince, Yunanca, Almanca ve İngilizce bilgisiyle önemli çevirilere de imza atmıştır. Shakespeare, Brecht ve Lorca’dan yaptığı çevirilerle, birçok eseri dilimize kazandırmıştır.

Hayatta hiçbir şeyi çok fazla ciddiye almazdı Can Baba. Bunun içindir ki, hep çok ciddi şiirler yazdı. “Ben şiiri çok fazla ciddiye almıyorum ki” derdi. “Yeter ki şiir beni ciddiye alsın. Pat diye gelir o, ya bir Afrika menekşesinin, ya ölen bir delikanlıyı bahane eder, oturur karşıma. Kaldırabilirsen kaldır artık!”

Can Yücel, edebiyata ve şiire olduğu kadar, içkiye olan düşkünlüğüyle de tanınır. Özellikle de rakı… Ve bu düşkünlüğüne, zaman zaman dizelerinde de yer verir; “İçim rakı, dışım su / Bu mahmur cinayette.” Can Yücel için bir başka ve belki de bunlardan daha önemli olanı, aile kavramıdır. Eşi, çocukları, torunları ve babası… Görevi nedeniyle sık sık evden uzağa giden babasına olan özlemi, evden uzakta eğitim gördüğü yıllarda daha da büyür. Ve belki de en güzel şiirini, babası için yazar;

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim 

Hep bir emekçi gibi yaşadı Can Baba. Babası bakandı evet, hem de Cumhuriyet döneminin en parlak bakanlarındandı. Ancak, çağımızın bakan çocukları gibi yaşamadı. Geçim sıkıntısı bırakmadı yakasını hiç. Sorgulayanlara inat, malvarlığını şöyle açıklamıştı;

1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- Gökyüzünde bir bulut
3- Bitlis’te beş minare
4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- Islıkla çalınabilen beş anonim türkü
6- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
7- Palandöken’de bir palan, bir döken
8- Kastamonu’nda üç kasto
9- Üç fay hattı
10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- Dünyada mekân
12- Ahirette iman
13- Denizde kum
14- Bir çuval gazoz kapağı
15- Bir kibrit kutusu sigara izmariti
16- Biri İngilizce, 6 adet küfür
17- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
18- Anne babadan kalma, yarısı yaşanmış bir ömür


Arada atladıklarım da var elbet, ama Can Baba’nın malvarlığı bundan ibaretti. Miras olarak ise olan biten karşısında geri durmamayı öğütleyen bir düstur ve gelecek güzel günlere dair yitmeyecek bir inanç bıraktı.

Can Baba’ya son zamanlarında, yakalandığı gırtlak kanserinin de etkisiyle dinlenmesi salık verildiğinde verdiği cevap, özetliyor yaşam felsefesini; “Ben şairim, fil değilim. Ölümü bir köşeye çekilip bekleyemem. Meydanlarda ölmeliyim.”



Buluşmak Üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün  
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek  
Öbür yanda güneş kendi keyfinde  
Ne de olsa yaz yağmuru  
Pırıl pırıl düşüyor damlalar  
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın  
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına  
İşte o evin kapısında bulacaksın beni  
Diyelim için çekti bir sabah vakti  
Erkenceden denize gireyim dedin  
Kulaç attıkça sen  
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan  

Ege denizi bu efendi deniz  
Seslenmiyor  
Derken bi de dibe dalayım diyorsun  
İçine doğdu belki de  
İşte çil çil koşuşan balıklar  
Lapinalar gümüşler var ya  
Eylim eylim salınan yosunlar  
Onların arasında bulacaksın beni  
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya  
Çakmak çakmak gözleri  
Meydan ya Taksim ya Beyazıt Meydanı  
Herkes orda sen de ordasın  
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından  
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim  
Özgürlüğe mutluluğa doğru  
Her işin başında sevgi diyor  
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili  
Bi de başını çeviriyorsun ki  
Yanında ben varım  


Nigar Özafacan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder