25 Ağustos 2012 Cumartesi
RADYONUZDAN KULAKLARINIZA DAVETLİ MİSAFİR: CEYHUN YILMAZ
Türkiye’nin en çok dinlenen radyo programcılarından biri Ceyhun Yılmaz. İnsanların evlerine, arabalarına, en çok da yollarına, yolculuklarına konuk oluyor her akşam. Dahası iyi bir şair, oyuncu, televizyon programcısı… Sosyal medyayı en iyi kullananlardan biri… Kendi deyimleriyle sandırıcı, iknatör, şiirbaz… Yaptığı işi sevdiğini, mutlu olduğunu dile getiriyor her ortamda. Belki de tek pişmanlığı, yarıda bıraktığı Bilgi Üniversitesi’ndeki eğitimi… Ceyhun Yılmaz verdiği bu kararın yaşattığı duyguyu, yaşamı boyunca içini kemirecek bir acı olarak tanımlıyor.
Öyle insanlar vardır ki, yaptığı işler tam onlara göredir. Bunun için yaratılmış bu adam/kadın diye düşünürsünüz nerede görseniz. Ceyhun Yılmaz da böyle biri. Yaptığı her işin kendine yakışması şöyle dursun, işini öylesine çok seven ve benimseyen bir hali var ki… Gözlerinden, halinden, tavrından, mimiklerinden anlıyorsunuz; Ceyhun Yılmaz, insanlık için yaratılmış. Bazen kederlendirmek -ki keder de keyif verici bir şey olabilir zaman zaman-, bazen düşündürmek, bazen vicdan genini dürtmek (mutluluk geni olduğuna göre, vicdan geni neden olmasın?) ve çokça da bu dünyanın pusunu temizlemek, keyiflendirmek için yaratılmış. Ceyhun Yılmaz’ın, kendisine biçilen bu misyonu layığıyla yerine getirdiğini ve bundan alabildiğine hoşnut olduğunu söylersek, herhalde yanılmış olmayız. Aynı zamanda tam bir İstanbul aşığı Ceyhun Yılmaz! Bu şehrin kaldırımlarına, denizine, dokusuna hayran… Bir görenin bir daha unutmadığı şehir İstanbul’un kollarında büyüdüğünü de hesaba katarsak hele… Belki de bu yüzden, insanların İstanbul’a en çok kızdığı saat olan, iş çıkış saatlerinde yapıyor radyo programını. İnsanlar İstanbul’u hep sevsin diye…
21 Ağustos 2012 Salı
TÜRK ŞİİRİNİN BÜYÜK SAATİ; TURGUT UYAR
“Ben bir gün giderim ki neyim kalır?
Eksik bıraktığım her şeyim kalır.”
Şiirde İkinci Yeni’nin üç atlısından biri, Ece Ayhan’ın deyimiyle “logaritmik şiirlerin şairi”… Okuyan birçok insanın, şairim demekten utandığı şiirler, okuyanı hapseden dizeler… Turgut Uyar’ın şiiri böyledir, dizelere mahkum eder. Dua gibi gelir bazen, insanın içini ısıtır. Sonra, içindeki hüznü açığa çıkarır. Bir aşkı haykırmak için birebirdir bazen… Bazen için için ağlatır. Bazen de coşkuyu anlatmanın en güzel yoludur, mutlu eder insanı. Bazen yazdır; sofralar, mezeler… Bazen de kıştır; uçsuz bucaksız bir hüzün…
16 Ağustos 2012 Perşembe
Çocukluk anılarımız gitti farkında mısınız? Alf gitti, bizlere Orhan Veli'yi sevdiren adam gitti... Sevmek Zamanı'nın Boyacı Halil'i gitti! Benim de bir zamanlar kıyısından köşesinden mensubu olduğum Bakırköy Belediye Tiyatrolarının Genel Sanat Yönetmeni Müşfik Kenter yaşamını yitirdi ama biz neleri yitirdik? Mekanın cennet oldun Müşfik Hocam!
12 Ağustos 2012 Pazar
CAN BABA’YA SAYGIYLA…
Başka türlü bir şey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim
Rengi başka, tadı başka.
CAN BABA’YA SAYGIYLA…
Bazı olaylar vardır. Bu olaylar karşısında tepki vermek istersiniz, ama bir şey söyleyemezsiniz. Genellikle de toplumsal olaylardır bunlar, susulup kalınır çoğu kez, bir haksızlık bile olsa karşıdaki. Hepimize olur ya, kilitlenir kalırız bazen. İşte tam da böyle durumlarda, Can Baba girer devreye. Bizlerin söylemek isteyip de söyleyemediği ne varsa, Can Yücel’in dilinden dökülür. Can Yücel ile cezaevinde tanışan usta gazeteci Aydın Çubukçu’nun, Can Baba’nın cenazesinde söylediği gibi; “Dilimizin ucuna gelip de söyleyemediklerimizi söyleyen adam artık yok. Bundan sonra ona güvenip, ‘nasılsa Can Yücel söyler’ deyip, nefesimizi tutmak ayıptır.” Ayıptır artık nefesimizi tutmak!
5 Ağustos 2012 Pazar
İSTANBUL’UN ENTELEKTÜEL TARİHİNDEN TANIKLIKLAR; İLK DURAK.
Şimdi mesleğinde zirvede olan, ya da çoktan göçüp giden, ama yaşadıkları döneme damga vuran bir çok isim için ilk duraktı İETT. İlk maaşlarını ya da avanslarını aldıkları, ilk izin kağıtlarını imzaladıkları, hayatı tanıdıkları yerdi. Necdet Mahfi Ayral’ın, Rasih Nuri İleri’nin, Yaşar Kemal’in, Tucel Kurtiz’in, Hıfzı Topuz’un, Peride Celal’in, Münevver Andaç’ın, Peyami Safa’nın, Memduh Ün’ün ve daha bir çok ismin ilk durağı...
Türkiye’de belgeselciliğin iki önemli ismi olan Can Dündar ve Nebil Özgentürk’ün birlikte hazırladıkları bu belgesel kitapta, İETT’nin kurumsal kimliği ya da parlak dönemleri anlatılmıyor. Anlatılan, yolculuğuna bu kurumdan başlayan sinemacı, tiyatrocu, yazar, sağcısı, solcusuyla insan hikayeleri...
3 Ağustos 2012 Cuma
HAYAT VERDİĞİ KARAKTERLER DE TIPKI ADI GİBİ ‘OLGUN’: OLGUN ŞİMŞEK
Önce şöyle düşünürüz; bazı aktörler vardır ki, Türkiye yerine, sinema sanatının gerçekten değer bulduğu ülkelerde doğsalardı, el üzerinde tutulmakla kalmaz, dünya çapında bir aktör/aktris olurlardı. Ama sonradan aklımıza gelir; onlara bu yeteneklerini kazandıran, böyle birer oyuncu olmalarına neden olan da bu topraklarda yaşadıkları, yaşadıklarından beslendikleri, en başlarda görmezden gelinseler de bir şeyleri başarmak için döktükleri terler değil mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)