14 Eylül 2012 Cuma

İYİ İNSANLARIN GÜZEL ATLARI


24 Ocak 2007 tarihinde yazılmıştır
  
Hani diyor ya usta; “o iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler” diye. Gittiler mi sahiden? Dönmeyecekler mi? Onlar giderken bizler, cenazeden cenazeye mi koşacağız böyle? Daha Hrant Dink’in toprağı kurumadan, İsmail Cem’in ölüm haberi düştü sayfalara. Üstelik 14 yıldır acısını bir nebze bile hafifletemediğimiz Uğur Mumcu’yu anarken. Biz sürekli düşünen aydınlarımızı anarak ve onların cenazelerini kaldırarak mı olgunlaşacak bir toplumuz? Yoksa giderek telafisi mümkün olmayan bir çıkmaza doğru mu sürükleniyoruz? Yaşar Kemal haklı çıkıp da, iyi insanlar teker teker giderken; seyretmek mi düşüyor bizlere? Bana sorarsanız, olanlardan bizler de sorumluyuz. Tetikleri çektirenler ya da çekenler kadar, koruyamayanlar da sorumlu. Korumak da sadece kolluk kuvvetlerinin işi değil zaten. Silkinme vakidir dostlar. Ayağa kalkıp haykırma vaktidir. Miletlerin değil, onları yöneten devletlerin çıkar çatışması olduğunu tüm yaşadıklarımızın, söyleme vaktidir.



Hrant Dink’in cenazesinde gördüklerimiz, tam da bunun kanıtıydı aslında. Tüm gerçek çırıl çıplak karşımızdaydı. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diye bağırıyordu on binler. Çünkü biliyorlardı “Ermeni’den dost olmaz” diyenlerin yalancılıklarını. Oysa biz Anadolu’yduk, biz dosttuk. Uygarlık tarihi bu topraklardan çıkmıştı ve sayısız medeniyet geçmişti bu toprakların üzerinden. Yıllarca kardeş, yurttaş olarak yaşamıştık bu topraklarda. Kardeştik evet, ama bizlerin kardeşliği ırk, din ve mezhep temelinden değil, insanlığın ortak değerlerinden, yaşanan ortak acılardan ve gözyaşlarından geliyordu. Ama gün geldi, ırkçılık oturdu başköşeye. Kör bir bağnazlık, fanatizm kasıp kavurdu ortalığı. Katı bir milliyetçilik başladı. İşte şimdi, farklılıklar arasına nifak tohumları serpilmeye çalışılıyor. Hiçbir zaman böyle tohumların kölesi olmadı bu ülke. Ama köleleştirilmeye çabalandı. Sermayenin üstünlüğü, emperyalizmin gücü gösterilmeye, kabul ettirilmeye çalışıldı. Çarklarına çomak sokanlarsa birer birer yok edilmek istendi. Ülkenin koşulsuz bağımsızlığını savunan Deniz’i; döneminin baskıcı hükümetine karşı özgürlüğü savunan Sabahattin Ali’yi; gazeteciliğiyle adım adım yabacılaştırılan ülkemizin siyasal düzlemine ışık tutan Uğur Mumcu’yu aldılar elimizden. Yetinmediler. Ekilmek istenen düşmanlık tohumlarının, toprağın altına yerleşmeden toplanması için ırgatlık yapan Hrant’ı da aldılar.

Ellerin, düşünen insanların üzerinden çekilmesinin vakti gelmedi mi? Kahramanlık peşinde koşarak, vatanperverlik yarışına giren zavallı cahillere, yollarının yanlış olduğunu başka türlü nasıl gösterebiliriz? Bir sınav olmalı tüm yaşadıklarımız. Bir testten geçiyoruz. Testin adı; “Türkiye’de farklılıklara tahammülün olup olmadığı testi.” Test sonuçlandı ve Türkiye’de farklı düşünenlere, tahammülün olmadığı anlaşıldı. Ülkem bu testi geçemedi. 50’li yıllarda da sınıfta kalmıştı zaten, 80’lerde de fena tökezlemişti. Her testin ardından kırılan Türk demokrasisi, öylesine telafi edilemez durumlara geldi ki, ilk sorudan kaybediyoruz artık. Her farklı düşünen insanın, kafasında ideolojik fikirler belirmeye başlayanın açık hedef haline geldiği, iğrenç bir test bu. Ve dersine uzun zamandır hiç çalışmayan Türkiye, sınıfı geçip mezun olmak yerine, daha çok sınıfsallaşıyor. Sınıflar (!) arası uçurum derinleşiyor.


Türkiye alıştırıldı zaman içinde bu tür cinayetlere. Sindirildi. Bir toplumsal patlama yaşanırcasına cenazelerde ve anma törenlerinde yüz binler bir araya geliyor. Ancak bu patlama bir yanardağın patlaması gibi önce yok ediyor ateşiyle etrafındaki her şeyi. Ardından ateş durulsa da, köreliyor etrafındaki topraklar. Tıpkı katledilen diğer aydınlarımız da olduğu gibi cinayetleri aydınlatmak, suçluları yargı önüne çıkarmaya söz veren yetkililer, sözlerini tutmuyorlar. Uğur Mumcu’yu unutmayın. Cinayetin üzerinden 12 hükümet, 14 içişleri bakanı, 12 adalet bakanı, 4 DGM savcısı geçti. Bombayı koyanlar bulunsa da, koyduranlar hala ortalarda yok. Şimdi de tetiği çekeni yakaladılar. Çektiren diye de eski sabıkalı bir zavallı bir psikopatı… Doğan Öz’ün, Abdi İpekçi’nin ve daha nicelerinin cinayetini işleyen tetikçiler, “vatan hizmeti” adı altında kullanıldılar. Şimdi yakalananlar da “vatanperver gençler” olarak sunuluyor bazı çevrelerce. Cinayeti “milliyetçi duygularla işledikleri” öne sürülüyor. Kahramanlık öyküleri düzülürken, “beyaz bere” satışları patlatılıyor. “Ulusalcılık” tanımıyla katillerin isimleri özellikle sürekli yan yana anılıyor. Kavramlar birbirine karışıyor. Rakel Dink’in yaşananları özetlediği mektubunda söylediği gibi, “bir bebekten, katil yaratmayı” başaran ülkem, bunu sorgulamadan ve kavramları birbirine karıştırmadan, yıllar boyu süren demokrasi mücadelesinden galip ayrılamayacak gibi görünüyor. Karanlık güçlerin düşmanlığından sıyrılmadan…

Onlar, ümidin düşmanıdır, 
Sevdiğim, 
Akarsuyun meyve çağında ağacın 
Serpilip gelişen hayatın düşmanıdır. (N. Hikmet)

Nigar Özafacan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder