24 Ocak 2007 tarihinde yazılmıştır
Hani diyor ya usta; “o iyi
insanlar, o güzel atlara binip gittiler” diye. Gittiler mi sahiden? Dönmeyecekler
mi? Onlar giderken bizler, cenazeden cenazeye mi koşacağız böyle? Daha Hrant Dink’in
toprağı kurumadan, İsmail Cem’in ölüm haberi düştü sayfalara. Üstelik 14 yıldır
acısını bir nebze bile hafifletemediğimiz Uğur Mumcu’yu anarken. Biz sürekli
düşünen aydınlarımızı anarak ve onların cenazelerini kaldırarak mı olgunlaşacak
bir toplumuz? Yoksa giderek telafisi mümkün olmayan bir çıkmaza doğru mu
sürükleniyoruz? Yaşar Kemal haklı çıkıp da, iyi insanlar teker teker giderken;
seyretmek mi düşüyor bizlere? Bana sorarsanız, olanlardan bizler de sorumluyuz.
Tetikleri çektirenler ya da çekenler kadar, koruyamayanlar da sorumlu. Korumak
da sadece kolluk kuvvetlerinin işi değil zaten. Silkinme vakidir dostlar. Ayağa
kalkıp haykırma vaktidir. Miletlerin değil, onları yöneten devletlerin çıkar
çatışması olduğunu tüm yaşadıklarımızın, söyleme vaktidir.
Hrant Dink’in cenazesinde
gördüklerimiz, tam da bunun kanıtıydı aslında. Tüm gerçek çırıl çıplak
karşımızdaydı. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diye bağırıyordu on binler.
Çünkü biliyorlardı “Ermeni’den dost olmaz” diyenlerin yalancılıklarını. Oysa
biz Anadolu’yduk, biz dosttuk. Uygarlık tarihi bu topraklardan çıkmıştı ve
sayısız medeniyet geçmişti bu toprakların üzerinden. Yıllarca kardeş, yurttaş
olarak yaşamıştık bu topraklarda. Kardeştik evet, ama bizlerin kardeşliği ırk, din ve
mezhep temelinden değil, insanlığın ortak değerlerinden, yaşanan ortak
acılardan ve gözyaşlarından geliyordu. Ama gün geldi, ırkçılık oturdu
başköşeye. Kör bir bağnazlık, fanatizm kasıp kavurdu ortalığı. Katı bir
milliyetçilik başladı. İşte şimdi, farklılıklar arasına nifak tohumları serpilmeye
çalışılıyor. Hiçbir zaman böyle tohumların kölesi olmadı bu ülke. Ama
köleleştirilmeye çabalandı. Sermayenin üstünlüğü, emperyalizmin gücü
gösterilmeye, kabul ettirilmeye çalışıldı. Çarklarına çomak sokanlarsa birer
birer yok edilmek istendi. Ülkenin koşulsuz bağımsızlığını savunan Deniz’i; döneminin
baskıcı hükümetine karşı özgürlüğü savunan Sabahattin Ali’yi; gazeteciliğiyle adım
adım yabacılaştırılan ülkemizin siyasal düzlemine ışık tutan Uğur Mumcu’yu
aldılar elimizden. Yetinmediler. Ekilmek istenen düşmanlık tohumlarının,
toprağın altına yerleşmeden toplanması için ırgatlık yapan Hrant’ı da aldılar.
Ellerin, düşünen
insanların üzerinden çekilmesinin vakti gelmedi mi? Kahramanlık peşinde
koşarak, vatanperverlik yarışına giren zavallı cahillere, yollarının yanlış
olduğunu başka türlü nasıl gösterebiliriz? Bir sınav olmalı tüm yaşadıklarımız.
Bir testten geçiyoruz. Testin adı; “Türkiye’de farklılıklara tahammülün olup
olmadığı testi.” Test sonuçlandı ve Türkiye’de farklı düşünenlere, tahammülün
olmadığı anlaşıldı. Ülkem bu testi geçemedi. 50’li yıllarda da sınıfta kalmıştı
zaten, 80’lerde de fena tökezlemişti. Her testin ardından kırılan Türk
demokrasisi, öylesine telafi edilemez durumlara geldi ki, ilk sorudan kaybediyoruz
artık. Her farklı düşünen insanın, kafasında ideolojik fikirler belirmeye
başlayanın açık hedef haline geldiği, iğrenç bir test bu. Ve dersine uzun
zamandır hiç çalışmayan Türkiye, sınıfı geçip mezun olmak yerine, daha çok
sınıfsallaşıyor. Sınıflar (!) arası uçurum derinleşiyor.
Türkiye alıştırıldı zaman
içinde bu tür cinayetlere. Sindirildi. Bir toplumsal patlama yaşanırcasına
cenazelerde ve anma törenlerinde yüz binler bir araya geliyor. Ancak bu patlama
bir yanardağın patlaması gibi önce yok ediyor ateşiyle etrafındaki her şeyi.
Ardından ateş durulsa da, köreliyor etrafındaki topraklar. Tıpkı katledilen
diğer aydınlarımız da olduğu gibi cinayetleri aydınlatmak, suçluları yargı
önüne çıkarmaya söz veren yetkililer, sözlerini tutmuyorlar. Uğur Mumcu’yu
unutmayın. Cinayetin üzerinden 12 hükümet, 14 içişleri bakanı, 12 adalet
bakanı, 4 DGM savcısı geçti. Bombayı koyanlar bulunsa da, koyduranlar hala
ortalarda yok. Şimdi de tetiği çekeni yakaladılar. Çektiren diye de eski
sabıkalı bir zavallı bir psikopatı… Doğan Öz’ün, Abdi İpekçi’nin ve daha
nicelerinin cinayetini işleyen tetikçiler, “vatan hizmeti” adı altında
kullanıldılar. Şimdi yakalananlar da “vatanperver gençler” olarak sunuluyor
bazı çevrelerce. Cinayeti “milliyetçi duygularla işledikleri” öne sürülüyor.
Kahramanlık öyküleri düzülürken, “beyaz bere” satışları patlatılıyor. “Ulusalcılık”
tanımıyla katillerin isimleri özellikle sürekli yan yana anılıyor. Kavramlar
birbirine karışıyor. Rakel Dink’in yaşananları özetlediği mektubunda söylediği
gibi, “bir bebekten, katil yaratmayı” başaran ülkem, bunu sorgulamadan ve
kavramları birbirine karıştırmadan, yıllar boyu süren demokrasi mücadelesinden
galip ayrılamayacak gibi görünüyor. Karanlık güçlerin düşmanlığından
sıyrılmadan…
Onlar, ümidin
düşmanıdır,
Sevdiğim,
Akarsuyun meyve çağında ağacın
Serpilip gelişen hayatın düşmanıdır. (N. Hikmet)
Nigar Özafacan
Nigar Özafacan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder