29 Eylül 2014 Pazartesi

LOST’TAN SONRA ARADIK DURDUK!



Televizyon ekranlarının gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden biri olan Lost'un (herhalde bu tanımlamaya kimse karşı çıkmaz) 10. yıldönümü tüm yurtta ve dünyada şenliklerle kutlanıyor. Her ne kadar finaliyle birçoğumuzu onulmaz hayal kırıklıklarına gark etse de 6 sezon boyunca yaşattığı hazları nasıl unutabiliriz ki? 


İşte bu unutamadığımız duygulardan olacak, final bölümünün yayınlandığı günden bu yana, bünyemizdeki Lost açığını dolduracak yeni diziler aradık durduk. Bir dizinin sonunda “Bad Robot” sözünü duysak bile içimiz cız etti seneler boyunca! J.J. Abrams’ın ya da Damon Lindelof’un el attığı her projeye, yeni bir Lost vakası gözüyle baktık. Devam eden her sene boyunca bu iki dâhinin içinde yer aldığı yapımlar da başka birçok proje de yeni bir Lost olarak sunuldu biz izleyicilere. Bazıları kalbimizde yeni kıpırdanmalar yaratsa da çoğu fiyasko olarak tarihe gömüldü. 

Evet, belki de bir lanetti bu! Lost’un, “The End” isimli 6. sezon 17. bölümünün ardından, bir daha tutması zor olan bir kimya arandı durdu. Perdeyi büyük bir felaketle açan diziler yapıldı, izleyicilere binlerce alternatif teori ürettirildi, bilimin ve kurgunun birbirine karıştırıldığı birçok hikaye yansıtıldı ekrana ama aşağıdakilerin hiçbiri bir Lost olamadı!


14 Nisan 2014 Pazartesi

İSTANBUL’DA BOĞAZİÇİ’NDE BİR GARİP ORHAN VELİ

Son şiirini, bir diş fırçasına sardığı küçücük bir kâğıda sığdırdı Orhan Veli, kısacık yaşamına ise yüzlerce şiir. Kısa yaşamının, kısa dizelerinin aksine, kocaman bir şair Orhan Veli. Kimilerine göre ise Türk şiirinin kaderi. Şiir tarihinden sökülüp alınsa Orhan Veli, ortada Türk şiiri diye bir şey kalmaz neredeyse. Binlerce yıllık Türk şiirinin alışagelmiş kalıplarını yıkarak, “Garip” akımını ortaya çıkardı arkadaşlarıyla. Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte uyaksız, ölçüsüz ve şairanelikten uzak bir akım başlattılar.

Orhan Veli’nin yaşamını anlatmayayım sizlere. Askerdeyken arkadaşı Muvaffak Sami Onat’a yazdığı, kendi cümlelerinden okuyalım; “1914'te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13'te Oktay Rıfat'ı, 16'da Melih Cevdet'i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18'de rakıya başladım. 19'dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25'te başımdan bir otomobil kazası geçti.  Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim.”

9 Ocak 2014 Perşembe

“HİÇBİR ŞEYİM YOK AKIP GİDEN SOKAKTAN BAŞKA KEŞKE YALNIZ BUNUN İÇİN SEVSEYDİM SENİ”



İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde kazanması zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmış göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.



Cemal Süreyya’nın kaybettiği bir iddia sonucunda adındaki “y”lerden birini eksilttiğini biliyor muydunuz? Bostancı’daki Hatay Restoran’a ölümünden önce her gün gittiğini, paltosu ve çantasının hala duvarında asılı olduğunu, her ölüm yıldönümünde (9 Ocak) şiirleriyle anıldığını? Ya Kadıköy’de yaşadığı sokağa adının verildiğini? Aziz Nesin’in, Jean Paul Sartre ve Cemal Süreyya’yı dünyanın en küçük devletleri olarak nitelediğini? Çünkü ikisinin de bir devlet kadar birikimi olduğunu savunduğunu? Adressizlikten çok çektiğini, çünkü 4 kez evlenip, 29 faklı evde yaşadığını?..