17 Mart 2015 Salı

ABD DİZİLERİNİN GÜÇLÜ KADINLARI

Bir diziyi izlenebilir kılan nedir? Bu soruya verilebilecek çokça yanıt, açıklanabilecek birçok parametre var. Konusu, çekim kalitesi, senaryosu, efektleri… Aslında bunların hepsi önemli ama ya karakterler? İzlemeye doyamadığımız, kendimizden bir parça arayıp durduğumuz, gerçek ya da gerçek üstü hayatlarına ortak olduğumuz karakterlerin yüzü suyu hürmetine takip etmiyor muyuz birçok diziyi? Karakterlerin serüvenlerini, varacakları yerleri, ulaşacakları ya da ulaşamayacakları noktaları görmek istemiyor muyuz? Elbette tersi durumlar da söz konusu ama güçlü karakterler, yani dizilerin yüzleri, bizi her hafta televizyon ya da bilgisayar başına kilitleyen en önemli faktörler.

Bu yazımda, Amerikan dizilerinin güçlü kadın karakterlerini hatırlatacağım. Tabii ki kendi favorilerimden yola çıkarak. Aslında dizi ve film dünyasına baktığımızda, baskın olan karakterlerin çoğunlukla erkekler olduğu hiçbirimizin gözünden kaçmıyor. Bundan ayrıca bir yazı konusu çıkabilir. Yine de bazı dizilerde yan karakter olarak lanse edilse de aslında öyle olmayan ya da dizinin tamamen üzerine kurgulandığı kadın karakterler yok değil. Öyle kadınlar ki bunlar, güçlerine hayran kalıyoruz, hatalarına hayret ediyoruz. Düştüklerine kaldırmak, en azından omuz vermek istiyoruz. Bazen öyle şeyler yapıyorlar ki, sinirden deliye dönüyoruz. Bazen de hayatla başa çıkma yöntemlerini örnek alıyoruz, erkeklerin dünyasındaki başarılarına gıpta ile bakıyoruz. Belki de başka bir hayatta öyle olmayı diliyoruz! Ve biliyoruz ki diziler, asla sadece dizi değiller!

NOT: İzlemeyenler için dizilere dair spoiler içerir!


House of Cards  - Claire Underwood

Dizi tarihinin belki de gelmiş geçmiş en cool karakteri, Robin Wright’ın etkileyici performansıyla hayat bulan Claire Underwood dersek, herhalde birçok kişi altına imzasını atar. ABD başkanı olma uğruna uygulanmadık kirli strateji bırakmayan Francis Underwood’un, kendisinden hiç de aşağı kalmayan, hatta Francis’i Francis yapan kişi Claire Underwood. Bir kadın bu kadar mı hırslı, bu kadar mı acımasız, bu kadar mı şeytani, ama bir o kadar da hayran olunası nasıl olur bilemedim. Hani derler ya, her başarılı erkeğin arkasında bir kadın olur; işte onun ekranda vücut bulmuş hali. Ama sadece, “aman beyim bir yerlere gelsin” mantığı yok hatunda; kendi istekleri, kendi idealleri ve çıkarları da var. El ayak çekildikten sonra, kocasıyla pencere önünde yaptıkları keyiflerin de hastasıyız!


Game of Thrones - Catelyn Stark

Belki de güç deyince, en önde yer alması gereken kadınlardan biri Catelyn Stark. Tully Hanesi’nin en büyük çocuğuyken, Brandon Stark ile nişanlandırılmış, fakat müstakbel eşinin Robert İsyanı’nda ölmesi üzerinde kardeşi Eddard Stark ile evlendirilmiş. Buna rağmen kocasını sevmiş, Kışyarı Leydisi olarak beş evlat sahibi olmuş. İşte ne olduysa bundan seneler sonra oluyor ve Catelyn Stark, kendisini hiç tahmin etmediği ama donanımlı olduğu olayların ortasında buluveriyor. Donanımlı diyorum, çünkü politikayı ne kadar iyi bildiğini kanıtladı. Fakat ne olursa olsun, evlatları için her şeyi yapabilecek bir anne Catelyn Stark. Ve söz konusu, tehlikedeki evlatları olduğunda politikayı bir kenara atıyor ve sadece sezgilerinin gücüyle hareket ediyor. Hatalar da yapıyor, hem de çok büyük hatalar ama etrafındaki insanların kendisine duyduğu saygıyı fazlasıyla hak ediyor.


Game of Thrones - Daenerys Targaryen

Game of Thrones serisinin bir diğer süper güçlü karakteri de Daenerys Targaryen. Çünkü onun gücü vicdanından, cesaretinden, hakkaniyetinden ve her şeyden önemlisi de sahip olduğu üç ejderhasından geliyor. Onun adı Daenerys Fırtınadadoğan; Andalların, İlk İnsanların, Rhoynar'ın ve Yedi Krallık'ın Kraliçesi; Ejderha Kayası Prensesi; Ateş Geçirmez; Ejderhaların Anası!!! Bu unvanlar bile gücünü kanıtlar nitelikte ama biz Khaleesi’mizi daha çok haklı davasındaki mücadelesi için seviyoruz. Dar Deniz’in ötesinde yıllar boyunca sürgün hayatı yaşayan ve abisi Viserys tarafından vaat edilen ordu uğruna Khal Drogo’ya satılan Targaryen Hanesi’nin yaşayan son ferdi Daenerys’in akıbetini merakla bekliyoruz. Tamam, köleleri özgürlüklerine kavuşturması ve ateşli konuşmaları da bizi oldukça etkiliyor, yalan söylemeyelim.


Scandal - Olivia Pope

Kerry Washington’un hayat verdiği Olivia Pope karakteri, ABD’nin göbeğindeki neredeyse tüm sorunları kendi yöntemleriyle çözen bir “takım elbiseli gladyatör”! Aşk hayatındaki açmazlara kesinlikle çok sinirleniyoruz ama mesleğindeki başarılarını görmezden gelebilir miyiz? Kendisinin başını çektiği bir grup avukat, bir de eski CIA ajanı ile başı derde giren tüm politikacı ve kalantorların burunlarını pislikten çıkaran bir kriz danışmanı Olivia Pope! En büyük müşterisi ise Beyaz Saray! Mesleği skandalları önlemek ama belki de en büyük skandalın başrolünde o var. Seçilmesinde büyük rol oynadığı ABD Başkanı Fitzgerald Grant ile yaşadığı gelgitli ve yasak aşk, feci derecede mutsuz olmasına yol açıyor ama ailesi olarak gördüğü iş arkadaşları, onun düşmesine asla izin vermiyorlar. Karikatürize bir karakter değil Olivia Pope. İzleyenlerce samimi bulunmasını da buna borçlu. İş yerindeki güçlü kişiliğine rağmen eve geldiğinde ayaklarını toplayarak kanepeye tünüyor ve neredeyse tek gıdası olan kırmızı şarap ve patlamış mısır ikilisine sığınıyor.


Mad Men - Peggy Olson

1960’lı yılların parlak mı parlak reklamcılık dünyası… Ve tamamen erkeklerin egemenliğinde! Kadınların sektörde tek bulabildiği iş sekreterlik. Ta ki Peggy ortaya çıkıncaya kadar! Tamam, ilk sezonlarda oldukça itici bir karakterdi, kabul! Ekranda görmek istemeyeceğimiz kadar saftı, tecrübesizdi, büyük hatalar yaptı! Hamile kaldı, onu bile uzuuuunca bir süre anlayamadı! Hatta aldığı kilolar yüzünden ofiste alay konusu oldu! Fakat bir reklam sloganı buldu ki, ne kadar yetenekli olduğunu herkese ispat etti. Neredeyse Don Draper’in kadın versiyonu olarak ilerliyor. Tabii ki sadece iş konusundaki hırslarından yola çıkarak böyle söylüyorum! Neticede Peggy Olson, artık kendi ofisinin sahibi ve şirketin tek kadın metin yazarı.




Mad Men - Joan P. Harris (Holloway)

Güçlü kadınlardan söz ederken Joan’ı es geçmek imkânsız! O da erkeklerin dünyasında ayakta kalmayı başaran nadir kadınlardan biri. Oldukça dişi, oldukça hırslı… Ne istediğini biliyor ve kararlarını uygulamaktan çekinmiyor! Diziye başladığımızda, Joan’ı sekreterlerin yöneticisi, ofisin idarecisi olarak tanıdık. Herkesin eli ayağı, düzenin bekçisi ve şirketin isim ortağı Roger Sterling’in gizli sevgilisiydi. 30’lu yaşlarında ve hala bekâr (o dönem, düzen böyleymiş) olmasından dolayı, kendisini sadece iyi bir eş olmak üzere kurgulayan Joan, 7 sezonda öyle bir dönüşüm yaşadı ki, artık şirketin ortaklarından biri! Bu arada dişiliğinden ve cazibesinden de hiç ödün vermedi! O hala bir tanrıça!


The Good Wife - Alicia Florrick

Hukuk fakültesinden birincilikle mezun olmasına rağmen mesleğini yapmayarak, bölge savcısı olan kocasının yanındaki ideal eş görevini layığıyla yerine getiren Alicia’nın hayatı, bir skandalın ortasında kalmasıyla tepetaklak olur. Birkaç başarısız iş görüşmesinden sonra, Chicago’nun en büyük hukuk firmalarından birinde işe başlar ama yeni patronu, üniversite aşkı Will Gardner’dır! Julianna Margulies’in gölgede kalmış bir kadından, güç timsali yaratması serüveni de böylece başlar. Altın Küre ve Emmy ödülleriyle taçlandırılan bu performans, kesinlikle izlemeye değer. Bir çaylak olarak başladığı hukuk kariyerinde en zirveye tırmanan Alicia Florrick’in geçirdiği evreleri izlemek, insana inanılmaz keyif veriyor. Hala takip etmeyenler varsa, Alicia’nın iyi bir eş olarak mı kalacağı, yoksa başka sulara mı açılacağını izleyerek öğrenin derim.


The Newsroom - MacKenzie McHale

Bana göre hakkı tam olarak teslim edilemeyen The Newsroom, adından da tahmin edilebileceği üzere televizyon haberciliği dünyasını anlatan bir dizi. ABD’nin en çok izlenen ikinci haber bülteninin sunucusu Will McAvoy, üniversitede katıldığı bir konferansta yaşadığı patlamadan sonra habercilik anlayışını baştan aşağı değiştiriyor, idealist ve sorumlu habercilik misyonuna geçiş yapıyor. Tabii bunu da dürüst, gözü pek ve habercilik etiğini her şeyin üzerinde tutan ödüllü haber yapımcısı ve eski nişanlısı MacKenzie McHale sayesinde başarıyor. Uzun yıllar Ortadoğu’da sıcak savaş haberleri yapan McHale ve anchorman Will McAvoy, aralarında geçmişe dair bazı duygusal sıkıntılar olsa da bunu işlerine yansıtmamaya çalışıyorlar ama ne kadar başarılı olabiliyorlar ki? Onların tatlı tatlı atışmalarının yanında, gerçek bir gündemle koskoca bir haber stüdyosunu yönetmeleri; seyirci kalmaktan öte, bizleri stüdyonun bir parçası haline getiriyor. Final sezonu kasım ayı başında başlayacak olan The Newsroom’u kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. En azından açlığını çektiğimiz gerçek habercilik özlemi adına izleyin!


Homeland - Carrie Mathison

Bugünlerde dördüncü sezonunu izlediğimiz Homeland’in kahramanı Carrie Mathison, bipolar bozukluk hastalığıyla mücadele ederken, diğer yandan da ABD’yi kurtaran bir CIA ajanı. Ara sıra gözden düşüp, yeniden kahraman muamelesi gördüğü CIA için özellikle Orta Doğu’da zorlu görevler alıyor. Peki, Carrie’yi özel yapan ne? Tüm bu terörizm muhabbetlerinin arasında, terörist mi yoksa vatansever mi olduğu uzun süre muğlak kalan Nicholas Brody ile yaşadığı fırtınalı aşk! Brody’nin kim olduğunu ortaya çıkarmaya çalışırken aşık olması, görev inancından herhangi bir sapma yaratmadı ve aşk, her zaman ikisi için de tünelin ucundaki ışık olarak kaldı. Alanında verilen tüm ödüllerin gediklisi olan Claire Danes’in hayat verdiği Carrie Mathison karakteri, özellikle muzdarip olduğu duygu durum bozukluklarını ve bir adama delicesine aşık olmanın ne demek olduğunu mimikleriyle öylesine güzel yaşıyor ve yaşatıyor ki, bu oyunculuk dersini kaçırmayın derim!


Dexter - Debra Morgan

Ahlak masasında sıradan bir polisken, Miami Metro Cinayet Masası’nın en genç teğmeni olma yolunda ne badireler atlattı Debra Morgan! Çok sevdiği üvey ağabeyi ile sevgilisi bir seri katilken ve o her şeyden habersiz yaşayıp giderken, üstelik sevdiği her adamın başına olmadık işler gelirken, çektiği ızdırap azdı bile belki de! Resmen acıların kadını oldu! Neyse, Debra Morgan gözüpek, küfürbaz, maskülen, bazen depresif ama her zaman gerçek aşkı arayan, sürekli gözleri dolan, kimilerine itici gelse de bana göre gerçek bir karakterdi. Tek sorun yürüyüşüydü işte! Bir onu beceremedi!


Criminal Minds - Jennifer "JJ" Jareau

10 yıldır yayın hayatını sürdüren Criminal Minds dizisine bir sürü karakter girdi çıktı ama değişmeyen tek kadın Jennifer Jareau, nam-ı diğer JJ karakteri. FBI’ın Davranış Analiz Birimi’nin çözdüğü vakalar üzerinden ilerleyen dizide yaşananlar, öyle kolay hazmedilebilecek türden değil! Normal bir insanın gece rüyalarına kâbus gibi çökmesi muhtemel olayların arasında, bunların başarıyla çözülmesini sağlayan ekibin ayrılmaz bir parçası olan JJ, çocuk da yaparım kariyer de dedi ve bu süre içinde başarılı bir evlilik ve şeker bir oğlan çocuğu sahibi de oldu. Davalara her zaman zekasının yanında vicdanı ve empati yeteneği ile yaklaşan hanım kızımızın başına da gelmeyen kalmadı; kaçırıldı, işkence gördü, savaş bölgelerinde görev yaptı ve iyi bir FBI ajanı, pardon “special agent” olduğunu kanıtladı.


Under The Dome - Julia Shumway
 
Nedeni çözülemeyen bir kubbe tarafından esir alınan Chester’s Mill kasabası, Julia Shumway olmasaydı ne yapardı bilemiyorum. Kubbeden önce sıradan bir gazete editörüyken, sonrasında içindeki lider ruhuyla tanışan Julia, yöre halkının her türlü derdine koşmakla yetinmiyor, sırrın çözülmesi için de büyük uğraşlar veriyor. Üstelik bunu, Big Jim gibi bir anti kahramanla başa çıkmaya çalışırken yapıyor.




Nigar Özafacan

29 Eylül 2014 Pazartesi

LOST’TAN SONRA ARADIK DURDUK!



Televizyon ekranlarının gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden biri olan Lost'un (herhalde bu tanımlamaya kimse karşı çıkmaz) 10. yıldönümü tüm yurtta ve dünyada şenliklerle kutlanıyor. Her ne kadar finaliyle birçoğumuzu onulmaz hayal kırıklıklarına gark etse de 6 sezon boyunca yaşattığı hazları nasıl unutabiliriz ki? 


İşte bu unutamadığımız duygulardan olacak, final bölümünün yayınlandığı günden bu yana, bünyemizdeki Lost açığını dolduracak yeni diziler aradık durduk. Bir dizinin sonunda “Bad Robot” sözünü duysak bile içimiz cız etti seneler boyunca! J.J. Abrams’ın ya da Damon Lindelof’un el attığı her projeye, yeni bir Lost vakası gözüyle baktık. Devam eden her sene boyunca bu iki dâhinin içinde yer aldığı yapımlar da başka birçok proje de yeni bir Lost olarak sunuldu biz izleyicilere. Bazıları kalbimizde yeni kıpırdanmalar yaratsa da çoğu fiyasko olarak tarihe gömüldü. 

Evet, belki de bir lanetti bu! Lost’un, “The End” isimli 6. sezon 17. bölümünün ardından, bir daha tutması zor olan bir kimya arandı durdu. Perdeyi büyük bir felaketle açan diziler yapıldı, izleyicilere binlerce alternatif teori ürettirildi, bilimin ve kurgunun birbirine karıştırıldığı birçok hikaye yansıtıldı ekrana ama aşağıdakilerin hiçbiri bir Lost olamadı!


14 Nisan 2014 Pazartesi

İSTANBUL’DA BOĞAZİÇİ’NDE BİR GARİP ORHAN VELİ

Son şiirini, bir diş fırçasına sardığı küçücük bir kâğıda sığdırdı Orhan Veli, kısacık yaşamına ise yüzlerce şiir. Kısa yaşamının, kısa dizelerinin aksine, kocaman bir şair Orhan Veli. Kimilerine göre ise Türk şiirinin kaderi. Şiir tarihinden sökülüp alınsa Orhan Veli, ortada Türk şiiri diye bir şey kalmaz neredeyse. Binlerce yıllık Türk şiirinin alışagelmiş kalıplarını yıkarak, “Garip” akımını ortaya çıkardı arkadaşlarıyla. Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte uyaksız, ölçüsüz ve şairanelikten uzak bir akım başlattılar.

Orhan Veli’nin yaşamını anlatmayayım sizlere. Askerdeyken arkadaşı Muvaffak Sami Onat’a yazdığı, kendi cümlelerinden okuyalım; “1914'te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13'te Oktay Rıfat'ı, 16'da Melih Cevdet'i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18'de rakıya başladım. 19'dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25'te başımdan bir otomobil kazası geçti.  Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim.”

9 Ocak 2014 Perşembe

“HİÇBİR ŞEYİM YOK AKIP GİDEN SOKAKTAN BAŞKA KEŞKE YALNIZ BUNUN İÇİN SEVSEYDİM SENİ”



İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde kazanması zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmış göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.



Cemal Süreyya’nın kaybettiği bir iddia sonucunda adındaki “y”lerden birini eksilttiğini biliyor muydunuz? Bostancı’daki Hatay Restoran’a ölümünden önce her gün gittiğini, paltosu ve çantasının hala duvarında asılı olduğunu, her ölüm yıldönümünde (9 Ocak) şiirleriyle anıldığını? Ya Kadıköy’de yaşadığı sokağa adının verildiğini? Aziz Nesin’in, Jean Paul Sartre ve Cemal Süreyya’yı dünyanın en küçük devletleri olarak nitelediğini? Çünkü ikisinin de bir devlet kadar birikimi olduğunu savunduğunu? Adressizlikten çok çektiğini, çünkü 4 kez evlenip, 29 faklı evde yaşadığını?..

22 Mart 2013 Cuma

"HAYATIMI EKRANDA GEÇİRMEYECEĞİM, TAMAMEN EDEBİYATLA İLGİLENMEK İSTİYORUM"


Çocukluğunda tek derdi mahallede top koşturmakken, hafife alınmayacak bir dönüşüm geçirerek tiyatroya ve edebiyata meyleden Enver Aysever’in bu manevrasındaki en büyük pay; dersleri zayıf olduğu için kendisine özel ders veren Feridun Benden. Önemli bir edebiyat adamı olan Benden, Aysever’in kendi deyimiyle bugünlere gelmesinin en önemli sebebi. 20 yıl profesyonel tiyatro yapan, artık bir televizyon fenomeni olan “Aykırı Sorular”ı hazırlayan Aysever, tüm bunlara rağmen kendini romancı olarak tanımlıyor ve çocukluk hayallerini bir adım öteye taşıyor!

Enver Aysever
HAYATIMI EKRANDA GEÇİRMEYECEĞİM
TAMAMEN EDEBİYATLA İLGİLENMEK İSTİYORUM


Enver Bey, nasıl bir ailede büyüdünüz? Çocukluğunuz nasıldı?
Çok mutlu bir ailede büyüdüm. Annem Emlak Bankası’nda çalışıyordu. Babam ise inşaat teknikeriydi ama ağırlıklı olarak annemdi lokomotif olan, çünkü babam astım hastasıydı. Ben daha çok anneannem ile büyüdüm. Annem, babam, kız kardeşim, anneannem ve benden oluşan tablo, hayatımdaki en güvenli tablodur. Okul hayatım ise genellikle başarısız bir öğrenci olarak geçti. Çok iyi kalpli ve iyi bir çocuktum fakat çizgi dışıydım. Amatörce de değil, kendi kendime profesyonel dergiler çıkarırdım, tiyatro yapardım, rock grubu kurup yollara düştüm. Hiç amatör zaaflar içinde olmadım, hep ileride tiyatro adamı ve yazar olmayı hayal ettim. Hep düşlerinin peşinde koşan ve onları gerçekleştirmek için gözünü karartan bir çocuk oldum. 

15 Ocak 2013 Salı

NAZIM HİKMET MEMLEKET, MEMLEKET NAZIM HİKMET

Beylik laflar söylenir Nazım için… Kimileri sanki suçmuşçasına “komünist” der hala, kimileri ise yıllardır mezarının yerini tartışır; Türkiye’ye getirelim mi getirmeyelim mi diye. Bir devrim düşünü benimseyen ve zaman zaman tek kalsa da bu düşü sonuna kadar yüreğinde taşıyan ve yaşayan Nazım’ı anlamak ya da bunun için çabalamak bu kadar mı zordur? Memleketini bunca severken, ona toprağı yasaktı; yolundan yürümeye gönüllü onca genç varken, şiirleri yasaktı ve en sonunda da başına bir çınar ağacı yasak. Bırakın çınar ağacını, memleketinde ölmek bile yasak. Yasaklar ülkesinden bir Nazım öyküsü bu…

30 Ekim 2012 Salı

“BİZ YURDUN ÖZ SAHİBİ, EFENDİSİ, KÖYLÜYÜZ"*


Şebnem Atılgan’ın kaleme aldığı “Nahide - Yarım Kalan Mucize”  isimli kitap, Nahide Kahraman’ın “Köy Enstitüleri bizim talih kuşumuzdu… Bizler de özgür birer güvercin…” cümleleriyle başlıyor. Bu cümlenin geçtiği kitabın başkahramanı Nahide Kahraman’dan başkası değil. Çok özel bir ‘kahramanlık’ bu… Tekil gibi görünen ama içinde yüzlerce başka kahramanı da barındıran bir kahramanlık! İşte o kahramanlar ki, hepsi Köy Enstitüleri’nin önce fedakar öğrencileri, sonra fedakar öğretmenleri oldular. Erzurum Pulur Köy Enstitüsü’nde eğitim gören Köy Öğretmeni Nahide Kahraman, hakkında yazılan “Yarım Kalan Mucize” adlı kitapta, Köy Enstitüleri’ni yeni kuşaklara anlatıyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı, İzmir’in düşman işgalinden kurtulmasıysa sonlanıyor. İşte o tarihten itibaren, Türkiye’nin ileri medeniyetler seviyesine ulaşması için birçok devrimi yaşama geçiyor. Atatürk, Türk ulusunun ve genç Cumhuriyetin ancak “eğitim” ile yüceleceğine inanıyor. Bu inanç doğrultusunda pek çok çalışma yapılıyor. Köy Enstitüleri de bu inancın bir parçası, hatta en büyük parçası…